

RAMAZAN VE DAYANIŞMA
Prof. Dr. Ali ERBAŞ | Diyanet İşleri Başkanı
Bütün unsurlarıyla kâinat, Yüce Allah tarafından belli bir düzen, gaye ve hikmete dayalı olarak yaratılmıştır. Tabiatın işleyişinden gezegenlerin hareketlerine kadar her şey belli bir ölçüye ve Yüce Yaratıcı’nın takdir ettiği bir nizama göre varlığını sürdürmektedir.1 Bu bağlamda dağlardan ovalara, yeraltı kaynaklarından meteorolojik olaylara, envai çeşit bitkinin varlığından tüm canlı türlerine kadar yaratılan her şey, hayatın devamı ve dünyanın dengesi açısından önemli işleve sahiptir. Bu muhteşem işleyiş içerisinde insanın özel bir yeri ve görevi vardır. Zira o, akıl nimeti başta olmak üzere pek çok üstün kabiliyetle donatılmış ve vahye muhatap kılınarak diğer varlıklar arasında ayrıcalıklı bir konuma yükseltilmiştir.
Varoluşunun gaye ve hikmetini idrak ederek buna uygun bir hayat sürmekle mükellef tutulan insanın, dünya hayatında Rabbine, kendisine ve içinde yaşadığı topluma karşı olduğu gibi tabiata karşı da çeşitli ödevleri vardır. Bu durum, insana, öncelikle tabiatın bir nimet ve emanet olduğu bilinciyle hareket etme, onu tahrip ve ifsattan sakınma sorumluluğu yükler. Söz konusu sorumluluk ihmal edildiğinde ve tabiata zarar verecek işler yapıldığında bundan en büyük zararı yine insan görecektir.2 Nitekim bugün dünya çapında yaygınlık gösteren kuraklık, sel vb. felaketlerin bir sebebi de insanoğlunun, Allah’ın evrene koyduğu kanunları ihlal ederek tabiatın fıtri özelliklerini göz ardı etmesidir. Tabiatın işleyişini dikkate almayan tutum ve davranışların afetlere sebep olması kaçınılmazdır. İnsanın bunun farkında olarak hareket etmesi ve gücünün yettiği hususlarda üzerine düşeni hakkıyla yaparak gerekli tedbirleri alması Yüce Allah’ın emridir.
Dünyada önemli bir jeopolitik konuma sahip olan ülkemiz, aynı zamanda büyük bir deprem kuşağı üzerinde yer almaktadır. Bunun sonucu olarak da Anadolu topraklarında tarih boyunca depremler yaşanmıştır. Maalesef 6 Şubat tarihinde de çok büyük bir afete maruz kaldık. Tarifi imkânsız acılarla sarsıldık. Milletimiz bu büyük afet karşısında birlik ve beraberlik içinde büyük bir azim ve kararlılıkla mücadele etti. Devletimiz, milletimiz, sivil toplum kuruluşlarımız bir an önce yaraları sarmanın gayreti içinde oldu. Diyanet İşleri Başkanlığımız da depremin meydana geldiği ilk günden itibaren bütün imkânlarını seferber etti. Başkanlığımız ve Türkiye Diyanet Vakfımız, binlerce personeli ile cenaze defin işlemlerinden arama kurtarma çalışmalarına, insani yardım faaliyetlerinden manevi destek hizmetlerine kadar her alanda canla başla mücadele etti.
Millet olarak darda kalan kardeşlerimizin yardımına koştuk, yaralarımızı sarmaya çalıştık. Rahmân’ın hayır ve bereket kapısına sığındık. Sonsuz kudret sahibinin yardım ve inayetini diledik. Kulluğumuzun bir gereği olarak, ilahi rahmet rüzgârlarının sıkıntılarımızı dağıtması, gönüllerimizi feraha, huzur ve sükûna kavuşturması için aynı yürekle duaya durduk.
Biliyoruz ki sebepleri ne olursa olsun müminler, yaşadıkları hiçbir şeyi, dünya hayatının bir imtihan olduğu gerçeğinden ayrı düşünmezler. Allah Teâlâ; “Hanginizin daha güzel işler yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.”3 ayetiyle ölümün ve hayatın yaratılış hikmetini beyan etmektedir. Bu bağlamda insanın zorluklar ve kolaylıklar, sıkıntılar ve nimetler karşısında ortaya koyacağı tavır ve davranış da bir sınanma vesilesidir. Dolayısıyla alınması gereken tüm tedbirleri alıp elinden gelen her türlü çabayı gösterdikten sonra başa gelene sabretmek, Allah’a güvenmek ve teslim olmak, müminler için hem temel bir ilke hem de Allah’ın rahmet, lütuf ve inayetine vesile olacak bir tutumdur. Nitekim Yüce Rabbimiz, her türlü dert, sıkıntı ve kedere karşı sabrı kuşananları sevdiğini, onlarla beraber olduğunu ve onları mükâfatlandıracağını bildirmekte;4 Müslümanlardan her daim birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmelerini istemektedir.5 Peygamber Efendimiz de “Müminin durumu ne hoş! Onun bütün işleri hayırlı ve kazançlıdır. Bu duruma müminden başka hiç kimsede rastlanmaz. Mümin bir nimete nail olduğunda şükrederse bu onun için hayır olur. Darlık ve sıkıntıya düştüğünde sabrederse bu da onun için hayır olur.”6 hadis-i şerifiyle, gerek nimet gerekse musibet karşısında mümine yakışan davranışı beyan etmektedir. “Batan bir diken bile olsa başına gelen her musibet/acı, Müslüman’ın günahlarına kefaret olur.”7 hadis-i şerifiyle de mümince duruşun her musibeti hayra dönüştüreceğine işaret etmektedir.
Bu noktada önemle ifade etmek gerekir ki sabır, çaresizce beklemek değil, zorluklara göğüs germek ve onların üstesinden gelmek için çalışmaktır. Bu büyük afetle mücadele bir kez daha göstermiştir ki milletimizin sabır, azim ve kararlılığı bütün zorlukların üstesinden gelecek kadar güçlüdür. Elbette Türkiye, acılarını teskin edecek, yaralarını saracak ve umutla geleceğe yürümeye devam edecektir. Nihayetinde mülkün yegâne sahibi Allah’tır. Bizler de Allah’a aitiz ve yaptıklarımızın hesabını vermek, karşılığını görmek üzere muhakkak ki O’na döneceğiz.
Bu vesileyle buruk ve yaralı yüreklerle idrak ettiğimiz Ramazan-ı şerif’in acılarımızın teskinine ve başta ülkemiz olmak üzere İslam coğrafyasının huzur ve selametine, bütün insanlığın barış ve hidayetine vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.
DİPNOT