RAMAZAN VE AHİRET BİLİNCİ
Prof. Dr. Ali ERBAŞ | Diyanet İşleri Başkanı
En güzel surette yaratılan insan, fizik dünyaya ve fizikötesi âleme yönelik boyutları olan bir varlıktır. Bu açıdan, insanın kendisini, Rabbini, varlık âlemini anlamlandırmadaki en büyük imkânı, sağlam bir inancı benimsemesidir. Söz konusu inancın nirengi noktası ise insanoğlunun dünyadaki yürüyüşünü sona erdiren, hayata anlam katıp onu yaşanılır kılan, ruhun cesetten ayrılışının resmi olan ölüm gerçeğidir. Nitekim dünya ve ukbâ rehberimiz Kur’an-ı Kerim’in; “O, hanginizin daha güzel amel işleyeceği konusunda sizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır…” (Mülk, 67/2) ayetinde açıkça beyan edildiği üzere Rabbimiz, ölümü hayata takdim ederek bu gerçeğe işaret etmiştir.
Dünyaya kapıları kapatan ölümün ardından insana açılan âhiret hayatı, Allah inancının en güçlü göstergesidir. Bu bağlamda, esas âlem olan âhiretin varlığını benimsemek insanın fıtratına yerleştirilmiş değerli bir özelliktir. Öte yandan, insan nefsinin yeryüzü yolculuğundaki değişmez isteği, ölümsüzlük yani ebedi yaşama ve daimi mutlu olma arzusudur. Nitekim şeytanın insanoğlunu, ona ebedilik vadederek kandırmaya çalıştığı ayetlerde bildirilen bir husustur. (A’râf, 7/20) Esasında geçici dünya hayatı için büyük bir yanılsamadan ibaret olan insanın ebedilik beklentisi, bizlere her şeyi apaçık bir şekilde gösterip rehberlik eden kitabımız Kur’an’daki, “İçlerinde ebedi yaşama ümidiyle sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?” (Şuarâ, 26/129) sorusuyla yalın bir şekilde gözler önüne serilmiştir.
Hâl böyleyken insanoğlunun fıtrat hafızasına yerleştirilen beka düşüncesi, zaman zaman dünyanın cazibesinin insanı kuşatmasıyla tamah ve âhireti unutarak dünyaya aşırı meyletme durumuna dönüşmekte ve bu durum, ölümü bir kâbusa çevirerek hayatı yaşanmaz hale getirmektedir. Oysa gerçek hayat âhiret inancı, kişiyi yok olmanın ve hiçliğin sonu gelmez hezeyanlarından kurtararak onun varlık ve değerinin devamlılığını güvence altına almaktadır. Böylece, ölümle nihayete ermeyen sonsuz bir hayat inancı, her şeyden önce insanın mutlak manada yok olmayacağını, keremine yakışır bir şekilde arzuladığı sonsuzluğa ulaşacağını müjdelemektedir.
Şüphesiz âhiret inancı, yüce değerlerle bezeli asil bir gayeye ulaşma noktasında kulun sorumluluk duygusunu pekiştirmek, dünya ile âhiret arasındaki mesafe ve dengeyi anlamlandırarak boşluğa düşmesinin önüne geçmek ve nihayetinde hayatını daimi kılmak için biricik vesiledir. Çünkü dünya hayatının her türlü geçici nimetiyle buluşsa da salim fıtratı ve yaratılış hikmeti gereği, insanın bu nimetlerle manevi anlamda tam manasıyla tatmin olması mümkün değildir. Bu sekînet ve tumaninet duygusu ancak âhirette söz konusu olacak ebedi hayatla vücut bulabilir. Diğer taraftan âhiret inancı, kişinin bu dünyada yüzleştiği korkuların, yaşadığı sıkıntılar ve yoksunlukların üstesinden gelmesini kolaylaştıran büyük bir dayanak, zorlu zamanlarda onu muhafaza eden korunaklı bir sığınaktır. Dolayısıyla bu inanış; dünyada anlam ve değer problemi yaşayan, karşılaştığı sorunlarla ilgili sebep-sonuç ilişkisi kuramayıp sağlıklı değerlendirmeler yapmakta zorlanan insanın elinden tutan bir kurtarıcıdır. Bununla birlikte âhiret gerçeği; iyi ve kötü arasındaki gerçek adaletin ilahi mahkemede din gününün sahibi tarafından mutlak bir şekilde tahakkuk edeceğini haber vermekle herkesi vicdanıyla yüzleştirmekte, kişinin dünya hayatındaki bütün tutum, tavır ve eylemlerinde hesap verme bilincini ve hakkının asla zayi olmayacağı inancını canlı tutarak sorumluluk ve sabır membaı olmaktadır. Bu yönüyle âhiret inancı, bir imtihan yeri olan bu dünyada sahip olduğumuz tüm nimetlerden ve yapıp etmelerimizden hesaba çekileceğimiz kesin bir hesap gününü telkin etmekle bireysel ve toplumsal hayata nizam, huzur ve güven katan eşsiz bir manevi rehberdir.
Dünya hayatı, esasında âhiret için bir yolculuk serüveni, âhiret ise dünyanın intizamı için vazgeçilmez bir zorunluluktur. İnsan, âhiretini dünyadaki imanı, kulluğu ve ahlakla tezyin edilmiş değerli davranışlarıyla, dünyasını da âhirete olan muhkem inanışıyla anlamlandırıp imar etmektedir. Dolayısıyla âhiretin hakkını dünyaya hasretmeden, fenâ-beka, masivâ-maverâ, züht-rağbet dengesini kurarak her iki dünyada kazançlı çıkabilen kimse büyük başarıya ulaşmıştır.
Kişinin kulluk yolculuğu neticesinde âhirette gerçek huzura kavuşabilmesi, her an nefis muhasebesiyle tüm davranışlarını iman, kulluk ve güzel ahlak ekseninde gözden geçirmesiyle mümkündür. Bu bilinç üzerine bina edilen âhiret inancı, büyük mahkemenin kurulacağı o dehşetli hesap gününde kulu, hesabını veremeyeceği söz, fiil, tutum ve davranışlardan uzaklaştırarak selamete kavuşturacak bir hayat yaşamasını temin edecektir. Bu meyanda âhirete giden yol işaretlerini bizlere tanıtan Peygamber Efendimizin (sas); “Akıllı kişi, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır…” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 25) sözü bu kuvvetli bağı resmeden önemli bir referanstır.
Bu vesileyle ahiret bilincimizi güçlendirmek adına özel olarak kaleme alınmış makalelerden oluşan bu eserin, ibadet mevsimi Ramazan’da takva azığımızı artırmaya katkıda bulunmasını arzu ediyor; iyilik ve doğruluk yolunda yaşadığımız bir hayatın âhiretimizi mamur etmesi temennisiyle, bizleri sırât-ı müstakîm çizgisi üzerinde sabit kılmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.